KAMİL EŞFAK BERKİ
Sanatta Mutlak kavramı, erken Antik devirlerde, hayatta yerini almaya başlamış bir anlayış olmakla bakışların, zorlanma dönemlerinde kendisine döndüğü görülen sarsılmaz, kesinci; sanatçının özgüveni ile vereceği eser arasındaki tarif gereği mevcut bağın yönete geldiği bir ilke, ileri bir evrede de bir Öğreti, mahiyeti almış anlayış modern çağa gelinceye, egemenliğini sürdürüyordu.
İlkin Mimarîde idrâk edilmiştir. Ehramlar, sonraları ‘’pyramid’’ denilir olmuştur, h e r m kelime kökünden gelmektedir. Öyle bir zamana karşı dayanıklılık gösteren anıt-mezarlardır ki, son yüzyılların iddialı kültürü Avrupa henüz bir pyramid karşısında yaşamakta olduğu hayreti aşabilmiş değil. Yanı sıra, bir tarafta Aztek-Maya bir tarafta Hind mimarîsi de bu hayranlığı zorlamaktadır.
İkinci sanat, kanaatimce yontu sanatıdır. Tapınma ile doğrudan ilişkili heykel ise mutlak anlayışının diğer bir yüzü oluyor. İnsan bedeninde keşfedilen ve adına Altın Oran denen sabitin heykeltraşın en büyük yardımcısı olduğunu tahmin etmek güç değil. İnsan bedeni deyince Resim sanatı da dışında değil. Grek heykelciliğinin bir zirve olarak, eski Mısıra çok borçlu olduğu, firavun heykellerinden bellidir. Shpinx’in sır dili çözülebilmiş değil. İsmin etimolojisi de bilinemiyor.
Geometrik şekillerde de sabit değerler gizemlidir aslında. Matematik ile Şiir birbirleriyle sempati içersindedir denir. Bana kalırsa Şiir sanatındaki sehl-i mümteni, söz ve anlamın itiraz-kabul-etmez en son sınır başarısı da, Mutlak’ın ‘’yorumlanamaz’’ kusursuzluğuna bitişik bir olaydır.
20. YÜZYILIN BAŞINDA BAŞ GÖSTEREN DURAKSAMA
Fransız şiirinde, endüstri devrimi karşısında yaşanan bir ‘’değerler şoku’’ tanımlanmak istenir… Absolutism’den Relativism’e geçildiğinde anlanmak istenmiştir. Düşüldüğü yargısı daha reel duruyor.
Lamartin’in şiirindeki o tam mutlak lezzet, örnekse: Göl şiiri’nden (çev. Sabri Esat Siyavuşgil) sonra Nerval, Baudelaire’de ruhî keşifler devam eder.
Rimbaud’da o müthiş büyük dönüşüm; biçimde çözündürücü fakat özde Mutlak’ın kaynağının aranışı denebilir sürpriz; 20. yüzyıl yaklaşırken yeni kuşakların, deyiş yerindeyse bocalaması sahnesi…
Bir şairde Mutlak’tan yanalık devam eder: Paul Valery (1871-1945) Deniz Mezarlığı şiirinde doruğa çıkmış bir devam yaşatır. Sabri Esat Siyavuşgil’in nefis çevirisini okura öneririm. Valery Monsieur Teste, 1895; La Jeune Parq, 1917 kitaplarından sonra şiiri bırakır. Yıllar sonra Deniz Mezarlığı şiiri ile geri döner. Bu arada yazdığı düşünüşlerini, ‘’Defterler’’ (Chaiers) tutmaya devam etti; 5 kitaplık Variétés (Çeşitlemeler) adlı yapıtında topladı. Şairliğinin ötesinde, sanattan bilime, psikolojiden dil konusuna dek pek çok alanda kafa yoran Paul Valéry şiir sanatı üzerine görüşlerinde edebî tefekkürün Fransa’da son anıtsal klasik örneğini vermiştir diyebiliriz.
VALERY’NİN 1934’TEKİ İKİNCİ BASKIYA YAZDIĞI ÖNSÖZ
‘’Bu kitap aceleye geldi. Olduğu gibi sunuyoruz onu, yani durumdan esinlenerek ve tamamen doğaçlama yazılmış bir yapıt olarak.’’
Büyük şairin yüksek bir üslûp ve ona pek yakışan bir tevazu ile sunduğu bu diyalog biçimli monologda aşağıdaki paragrafın beni sarstığını paylaşmak isterim: ‘’Zaman zihni sıkıştırınca, dışarıdan gelen bu baskı (acele etmek zorunda bırakılması) zihnin kendi kurallarını sürdürmesini engelliyor. Zihin yaratmış olduğu güzel örnekleri unutuyor, titizliğini bir kenara bırakıyor, en kısa yoldan, içindeki en küçük direnmelerle yükten kurtuluyor ve rastlantılara riayet ediyor. ‘’
Kısa bir sonu var: Valery, gençliğinden sonra uzun yıllar yaşadığı yazamamaya bir ışık düşürmüş: ‘’(…) kafasındaki düzensizliğin suçunu, çok serbest bir konuşmanın düzensizliğine vermeyi seçti; ve ‘’konuşur gibi yazmaya’’ karar vermek zorunda kaldı. ‘’. 1934.
Diyalog şairin Ben’i ile içindeki Doktor arasında. Tür olarak bir deneme kabul ediyor onu. Sayın Hanife Güven’in iyi çevirisiyle, eser sürükleyici bir okunmaya kavuşuyor: ‘’Absürd beni gözetliyordu.’’
Mutlak’a aşk ile bağlılık derecesinde bağlılıktan gelen ama kabulü zor, aykırı bir çağın arasında kalmış kudretli, mısra mimarîsine tutkun belki de Fransa’da son ‘’ulu’’ şairin, haiz olduğu estetik’in onuru uğrunda ruhunu-sansürsüzce-açışının tanıklığına çağrılıyoruz. Düşündürücü, şaşırtıcı, besleyici bir ifşalar, itiraflar, acılar akışı.
TÜRK ŞİİRİNE YANSIMALARI
Yahya Kemal ona dikkat edilmesini ister. 1900’lü yılların ilk kuşağında Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı ondan beslenmişlerdir. Tanpınar’ın görüşleri ufuk açıcıdır. İlk ‘’Poetika’’ yazmış şairimiz Necip Fazıl, eserini onun Poetika’sını önemseyerek yazar; kendi kişiliğini koruyarak kendi şiirinin ruhunu gözlemleyerek eserini.
Nihayet, Sezai Karakoç bu kuşağın şiirini Mutlakçı Ekol diye tesbit ederken Valery’ye de dikkat çekmiştir.